hesabın var mı? giriş yap

  • adamın biri bir gün yolda giderken bir kurbağa görür ve kurbağa dile gelir: 'ben aslında bir insanım, eğer beni bir kere öpersen çok güzel bir prenses haline gelirim.' adam kurbağayı eline alır ve cebine koyar. kurbağa tekrar dile gelir. -' eğer beni öpersen çok güzel bir prenses olacağım' yeniden cebine koyar. kurbağa yalvarmaya başlar: -'eğer beni öper ve güzel bir prenses haline çevirirsen seninle bir hafta kalırım ve istediğin her şeyi yaparım' adam tekrar kurbağayı çıkarır, şöyle bir bakar ve gülümseyerek cebine koyar. sonunda kurbağa dayanamaz--
    'senin neyin var? sana çok güzel bir prenses olduğumu ve beni öpersen 1 hafta seninle kalıp istediğin her şeyi yapacağımı soyledim. neden beni öpmüyorsun?'
    sonunda adam konuşur- 'bak, ben bir mühendisim. kızlarla uğraşacak vaktim yok, fakat konuşan bir kurbağa çok ilginç geliyor.'

  • muhendis yeni bisikletiyle fizikci arkadasinin yanina gider.
    fizikci: bu bisikleti nerden buldun?
    muhendis: dun bir parkta oturuyordum, bir kiz geldi yanima bu bisikletle. bisikletten inip ustunde ne varsa cikardi, karsimda cirilciplak durup, "istedigini al" dedi. ben de bisikleti alip ayrildim.
    fizikci: dogru secim yapmissin, elbiseleri sana uymayabilirdi.

  • a4 kağıt boyutlarının neden 210 mm ve 297 mm gibi küsüratlı sayılar olduğu.

    a serisi kağıtların en büyüğü alanı yaklaşık 1 metrekare olan a0 kağıdıdır. ve boyutları 841 milimetreye 1189 milimetredir. peki neden 1000 milimetreye 1000 milimetre değil? çünkü istenen şey kağıtlar ortadan 2'ye bölündüğünde oluşan yeni parçaların kenarlarının birbirine oranı değişmesin, aynı kalsın. böylece örneğin çizimleri farklı kağıtlarda farklı ölçeklerde gösterirken kağıttan kaynaklanacak oran bozuklukları yaşanmasın.

    bunun için kağıdımızın uzun kenarına a, kısa kenarına b diyelim. oran a/b.

    ortadan 2'ye katlandığında uzun kenar b kısa kenar ise a/2 olacak. oran b/a/2.

    yani istediğimiz şey a/b = 2b/a olması.
    *
    2b^2 = a^2

    buradan a/b oranını çekersek, bunun kök 2'ye eşit olduğunu görürüz. yani 1,414 gibi bir değer.

    eğer kağıdımızın uzun kenarının kısa kenarına oranı 1,414 olursa, siz kağıdı ortasından ne kadar bölerseniz bölün uzun kenarın kısa kenara oranı değişmeyecektir. bu yüzden a0 kağıdı 1 metrekare olsun ama aynı zamanda kenarlarının oranı 1.414 olsun istenmiştir. ve gene bu yüzden a0'ın 4 kere ortadan bölünmesiyle elde edilen a4 kağıdının boyutları 297 mm'ye 210 mm'dir.

    297/210 = 1,414

  • hayatımızı şekillendiren takvimin oluşumu.

    dünyada en çok kullanılan miladi takvim aslen fiziksel olaylara göre oluşturulmuştur. papa xiii. gregory bakmış dünyanın kendi ekseni etrafındaki bir turu, yani bir gün, 24 saat. dünyanın güneş etrafındaki turu ise 365 gün 6 saat. bir de ay'ımız var tabii. ay da dünya etrafında 29 gün gibi bir sürede dolanıyor. demiş ki yılımızın içinde aylarımız olsun. ama kaç tane? hemen bölelim 365/29=12,5 hoop 12 ayımız hazır bile. 365/12=30,4. demek ki bazı aylar 30 bazıları 31 çekmeli ki 366'yı tutturabilelim. çünkü her 4 yılda bir, o 6 saatler birikip 1 gün oluşturuyor. bu da 365'e ekleniyor haliyle. bu sebepten 6 ay 31, 6 ay 30 gün olsun denmiş.

    o zamanlar yılın ilk ayı ocak değil mart. son ayı da şubat. neyse efendim aylara kimi tanrılardan, kimi liderlerden isimler konulmuş. o zaman roma'nın başındaki julius caesar, doğduğu aya kendi adını vermiş, olmuş julius. yani july. yani temmuz. daha sonra imparator olan augustus da durur mu, o da doğduğu aya kendi ismini vermiş. yani august. yani ağustos. ancak bakmış sezar'ın ayı 31 gün çekerken kendi ayı 30 çekiyor. karar verdim bu böyle olmaz demiş ve yılın son ayından bir gün alın benim ayıma ekleyin diye emir vermiş. şubat garibim son ay olduğundan 1 günü alınmış, kalmış 29 gün, ağustos olmuş 31. 4 yılda bir şubat 29 gün çekip diğer yıllarda 28 çekmeye başlamış o günden itibaren. temmuz ve ağustos da peşpeşe 31.

    gel gelelim haftalara. 7 gün olmasının sebebi hem o zamanlar 7 gezegenin tanınması hem de ayın bir evresinden diğerine geçişin 7 gün sürmesi. haftanın isimlerine de bu 7 gezegenin isimleri verilmiş. bazıları hala bugünkü ingilizce adlarına oldukça yakın.

    monday - moon day
    tuesday - mars day
    wednesday - mercury day
    thursday - jupiter day
    friday - venus day
    saturday - saturn day
    sunday - sun day

    artık yıllarda ise şöyle bir problem var. şimdi biz bu 6 saatleri 4 yılda bir toplayıp 1 gün yapıyoruz fakat aslında bunlar tam olarak 6 saat değil ki. 5 saat 49 dakika 16 saniye. aradaki bu fark nedeniyle her 100 yılda bir fazladan 1 gün oluşuyor takvimde. bu sebepten dolayı 100 yılda bir, normalde şubata eklenen 1 gün, eklenmez. ama yine yeterli değil, bu sefer de 400 yılda bir yine eksik 1 gün ortaya çıkıyor. evet işler karman çorman oldu ama toparlamak gerekirse: biz her 4 yılda bir şubata 1 gün ekliyoruz ama eğer yıl 100'e bölünüyorsa bu 1 günü eklemiyoruz ama eğer yıl 100 ile birlikte 400'e de bölünüyorsa yine o 1 günü şubata ekliyoruz. bu sebepledir ki 2000 yılında şubat 29 çekerken, 1900'de 28 çekmiştir.

  • youtube'da herhangi bir videonun bir bölümünü kaydetmenin mümkün olması.

    uzun metrajlı bir videonun içinden birkaç dakikalık kısmını kullanabilmek için videonun tamamını indirip edit programlarıyla kırpma zahmetinden kurtulmanın yolunu buldum bugün, bilmeyenler için anlatayım kısaca:

    1)sözkonusu youtube videosunun altında paylaş yazan yere tıklayıp altta çıkan linki kopyalıyoruz.

    2)vlc programının ''ortam'' sekmesinde yer alan ''ağ akışı açın'' satırına tıklayıp açılan pencerede ''ağ'' sekmesinin altında beliren adres çubuğuna yapıştırıyoruz.

    3)''oynatın'' butonuna basıp youtube videomuzu vlc'de oynatıyoruz ve kaydetmek istediğimiz bölüme geldiğimizde altta yer alan ''kaydet'' butonuna basıp kaydı başlatıp bitirebiliyoruz. kaydettiğimiz bölüm bilgisayarımızın ''videolar'' klasöründe hazır vaziyette.

    kolay gelsin.

  • iyi niyetli ancak vizyonsuzluktan ölü doğan bir proje daha.

    istediğiniz kadar vatansız milletsiz ilan edin umrumda değil. bu proje dünyanın geldiği noktanın çoook uzağında duruyor. benim hep savunduğum bir şey var. bizim insanımıza ilk önce projelendirme öğretilmeli. bir ürün yapılacaksa harekete geçilmeden bu konuda neler yapılıyor bakması öğretilmeli.

    elin liseli çocuğu beyin dalgalarıyla hareket ettirilen kolu 3d yazıcı ile basıyorken bizde halen hareket sensörü kullanılıyorsa bu olacak iş değildir.

    eğer dünya hafiflik için karbon alaşım kullanıyorsa, parmak kontrolü için mikroservo motor kullanıyorsa, uyarım iletimi için direk sinir sistemini kullanıyorsa bizim bu devirde çıkıp bu ürünü yapay kol diye sunmamız acıklıdır. altı boş bir özgüvenin net göstergesidir.

    bunu üreten arkadaş gerçekten bu konuda işe yarayacak bir ürün ürettiğine inanmasa herhalde kameraların karşısına çıkmaz. demek ki yapılanları bilmiyor. demek ki amputasyon sonrası kullanılacak yeni nesil protezler için harcanan milyonlarca dolardan habersiz.

    arge bizim ülkemizde küçümsendikçe daha çok göreceğiz bu tarz ölü doğumları.
    arge sadece fikir üretimi değildir. teknik gerekliliklerin belirlenmesidir, araştırmadır, projedir, tasarımdır, fizibilitedir.

    bu konular ciddiye alınmadıkça bu ülkede erke dönergeci de bulunur, soğuk füzyon reaktörü de bulunur, evrim de çürütülür, kansere çare de bulunur. ancak sadece lafta yapılır bunlar.

    günümüzde bilim de mühendislik de çok ciddi ön çalışma gerektiren uzmanlık alanları. 500 yıl öncesindeki gibi aklına geleni üretmeye kalkarsan hüsrana uğrarsın.

    yapma demiyorum hobi olarak yap ama özgüvenini dizginle. ne ürettiğini araştır.

    https://www.youtube.com/watch?v=_qupnnroxvy

  • cevabı ilber hocada. türkler yalnız kalmayı öğrenememiş bir millettir ne yazık ki. insan en dolu anları yalnızken yaşar. asosyallik değil bu, istediğimiz zaman gidebileceğimiz arkadaşlarımız var. ama güzel olan yalnız başına yaşamayı öğrenebilmektir. konser,tiyatro,sinema,alışveriş,yemek. arkadaşla yapılmaz demiyorum ama yalnızda yapılabilir.

  • acilen getirilmesi gereken düzenleme.

    bebek hemen doğar doğmaz bebekten kan alınıyor zaten. bu kanın bir kısmı da dna testi için kullanılmalı. eğer ortada bir sakatlık varsa anında ortaya çıkmalı, 10 sene sonra değil.
    anasını satayım ülke coşmuş. sabah programlarına bir bakıyorsun ülkede kimin eli kimin cebinde belli değil. ki bu sadece ekranlara yansıyan çok çok az bir miktar. eminim ki şuan milyonlarca insan başkasının çocuğunu kendi çocuğu sanarak yaşıyor.
    bir düşünün beyler, on yıllarca babalık yaptığınız, kendinizden sandığınız çocuk yada çocuklar başkalarının çıkıyor. o saate kadar evladım diye sevmişsin. atsan atamazsın, aynen devam etmeye kalksan edemezsin. yıllarca enayi yerine konulmak, aldatılmak da cabası. anlatırken bile insanın içi daralıyor. rabbim bu nasıl bir dramdır.

    gündüz kuşağı programlarının bana verdiği yetkiye dayanarak diyorum ki, bu düzenleme geldiğinde şuan evli olan mevcut çiftlerin de en az 3/1i boşanacaktır.

    edit: bazı yazarlar mesajla uyardı ve bu testin faydalarının sadece aldatmayla sınırlı olmadığını söyledi. zira bi ara tüp bebek yaptıranlara kendi spermlerini koyan şerefsiz doktorlar varmış ya da hastanedeki bebek karışma olayları herkesin malumu. doğumdan hemen sonra yapılacak bir dna testi ile tüm bunların da önüne geçilebilir.

    not: al işte, burada toplum için cidden büyük bir yara olan konuya çözüm önerini sunuyorsun. konuyu tartışmaya açıyorsun. embesilin biri de gelip (bkz: bunu anana sorsana) yazıp kendince espri yaptığını, komik olduğunu sanıyor. allahın ergeni seni.

    not2: bir yazar arkadaş; "ay ne ayıp birşey ya. buna izin veren kadın olabilir mi? siz çocuğunuzun annesine neyi yakıştırıyorsunuz. " demiş.
    zaten kimse yakıştıramadığı için bu olaylarla karşılaşılıyor. evet sen eşinden eminsin belki ama kanuni düzenlemede ne diyeceksin? kişiye özel madde mi getireceksin. ayrıca kusura bakmayın kadınlar. sizi töhmet altında bırakan yine kendi hemcinsleriniz. ayrıca bu herkesi kapsayan yasal bir düzenleme olursa hiç kimse de gocunmaz, gurur yapmaz.

    not3: bazı yazarlar diyor ki; " güvenmediğin insanla evlenip çocuk yapma o zaman ayı. v.s." konu da tam bu zaten çocuğu sen yapmamışsın bilader. ve sırf eşine çok güveniyorsun diye başkasının çocuğuna babalık yap o zaman. çünkü dna sonucu gelene kadar neredeyse herkes karısına çok güveniyor.

    not4: kendisini burada ifşa etmeyeceğim ama, az önce tam da bu başlığa konu bir kadın sözlükte mesaj attı ve şöyle dedi: "zaten bi yaştan sonra başkasının çocuğunu öğrensen bile bir şey değişmez ki senin çocuğundur artık o." kendisine, bunu kocasına yapanın yatacak yeri olmadığını, bunun çok kötü bir şey olduğunu adamın bilmeye hakkı olduğunu söylediğimde ise "yatacak yerimiz mi yok?ortaçağ beyinli üç kuruşluk çomarlardan mı öğreneceğiz lan dünyayı?" diye cevap attı. yani kadının vicdanı tamamen rahat ve gram suçluluk duymuyor. aksine seni çomarlıkla suçluyor.
    özetle, artık katiyetle kanaat getirdim ki böyle bir kanun kesinlikle çıkmalı.

    sosyal sorumluluk: (bkz: lösemi tedavisi için yardım kampanyası)

  • köpekbalıkları diğer balıkların aksine suda batmamak için sürekli yüzmek zorundadır.

    balıklar kıkırdaklı ve kemikli olarak iki gruba ayrılır. vatozlar ve köpekbalıkları kıkırdaklı balıklardır ve geriye kalan balıklar kemikli balıklar grubunu oluşturur.

    kemikli balıklarda içi hava dolu bir kese bulunurken köpekbalıklarında bu kese mevcut değildir. yüzme kesesi* diye de adlandırılan bu keseler kemikli balıkların su içerisinde yüzmeden sabit durabilmesini sağlar.

    kemikli balıkların iç anatomisi
    köpekbalığı anatomisi

    ayrıca köpekbalıklarının sahip oldukları solungaçların çevresinde bulunan kaslar aktif olmasına rağmen su pompalamak ve yüzmeksizin sabit kalmak için yeterli değildir.

    bu nedenlerle köpekbalıkları su içerisinde batmak istemiyorlarsa sürekli olarak yüzmek durumundadır. vatoslar yaşamlarını genellikle zeminde geçirdikleri için bu onlar için büyük bir problem değildir.

    --
    köpekbalıkları nasıl uyur?

    su canlılarının uykuyla ilişkilerini doğal yaşamlarını sarsmadan takip etmek gerçekten zor olduğu için 2016 yılına kadar uyuyan bir köpekbalığı görüntüleme imkanı olmamıştır. ancak discovery channel 2016 yılı ortalarında gelişmiş robot ve su altı kamera sistemleri ile bunu kaydetmeyi başarmıştır. meksika’nın guadalupe adaları’nda yapılan çekimlerde discovery ekibi “emma” ismini verdikleri dişi büyük beyaz köpekbalığını “uyuklarken” yakalamayı başarmıştır.

    görüntülerde köpekbalığının dibe oldukça yakın şekilde kestirdiği anlaşılıyor. ancak uyurken dahi yüzmeye devam ediyor. videoda ayrıca uyurken de yüzmek zorunda olduğu aksi durumda batacağı belirtilmiş.

    discovery channel tarafından yayınlanan video:
    youtube (video türkiye'ye kapalı olabilir.)

    streamable

  • rast gele ile rastgelenin aynı şey olmaması. hatta temelde alakalarının bile olmaması. (temelde yok ama derinlerde var da aslında aşağıda açıkladım)

    aslında az kişinin bilmediğini düşünsem de diğer yandan da daha -de/-da ekini ayıramayanlar ya da zaten ayrı olanı bile bitişik yazmayı başaranlar derken bunu da aynı şekilde bilmeyen de oldukça yüksek bir sayıdır diye düşünüyorum.

    ayrı şekilde yazılan rast gele, tahmin edeceğimiz üzere özellikle balıkçılara söylenen ama her yerde kullanılabilen bir tabir olup anlamı da "işiniz rast gitsin" demektir ve ünlem ifadesidir.

    rast

    eski bir sıfat olarak; doğru düzgün
    eski bir sıfat olarak; atılan hedefi vurma (denk getirme)
    eski bir sıfat olarak; tesadüf

    ayrıca isim olarak klasik türk müziğinde bir makam (şu an bununla işimiz yok)

    işte bu örneklerden 3. olan tesadüf, kafa karışıklığına ve insanların yanlış kullanmasına sebep olabiliyor.

    çünkü rast gele "hadi kolay gelsin" gibi ya da asıl anlamıyla "attığını vurasın yiğidim" gibi kullanırken bitişik olan rastgele ise yalnızca tesadüf üzerine rastlantısal anlamında yani gelişigüzel manasında kullanılmaktadır.

    yani

    rastgele;

    gelişigüzel demektir.

    haliyle rastgele ile rast gele arasında da uçurum vardır. ayrı yazan rastgeleyi yanlış yazmış ya da bitişik yazan da ayrı olanı yanlışlıkla bitişik yazmış olmakla kalmayıp cümleye bağlı bambaşka bir şey de demiş bulunmaktadır.

    ayrıca rasgele diye bir şey ise zaten olmayıp ağız yuvarlaması sonucu ortaya çıkan ayrı bir korkunç hata olup onu yazanları gördüğünüzde ise o fazla yuvarladıkları ağızlarına kürekle vurmak gerekir. fakat günlük hayatta bu kelimeyi ya da kelimeleri daha çok sözlü olarak kullandığımız için de karşımızdakinin kurduğu cümleye bağlı rastgele/rast gele dediğini anlama şansımız olur. nitekim yine siz balık tutarken biri size rastgele demiş olsa ne demek istediğini anlarsınız ama onu diyen kişinin aslında doğrusunu bilmeyip de size rast gele demesi gerekirken rastgele deyip demediğinden asla emin olamazsınız.

    sonuç olarak rastgele diye tek bir şey olup da ayrı yazan illa yanlış kullanıyor biliyor anlamına gelmez. yine aynı şekilde bitişik yazanın da doğru ya da yanlış kullandığını/bildiğini hemen söyleyemeyiz. bunu ancak cümle gösterir.

    kelimeyi, cümlede "gelişigüzel" anlamında kullanıp bitişik *yazdı ise doğru ama o cümlede ayrı *yazdı ise yanlıştır.

    kelimeyi, "işin doğru düzgün gitsin" manasında kullanıp bitişik yazdı ise bu kez de o yanlış ama ayrı yazdı ise doğrudur.

    ve bir de rastlantı kelimesinin anlamı da aynı köke dayanıp kendi başına ise zaten tesadüf manasına gelmesi yanında rast kelime kökünün bir anlamı da zaten tesadüf olmasından dolayıdır ki "rast gele" de deseniz aslında balıkçıya "inşallah denk getirirsin, tesadüf eseri bile olsa yeter ki amacına ulaş" manasına da gelebileceğinden dolayı ise ayrıca kendi içinde de bir anlam benzerliği ile daha da kafa karıştırabilmektedir. yani bana göre dolaylı da olsa gayet aynı yere de çıkmaktadır (bu kısım kişisel fikrim olup belki dil bilimciler bu kısmı kabul etmeyecek olsa da bence yukarıda belirttiğim gibi garip bir anlam karmaşası da var bu iki kelimede. sorumluluk bana aittir. )

    ancak temelde aynı şey değillerdir ve rast gele ayrı yazımı da rastgele olarak bitişik yazımı da eğer doğru yerde ve doğru şekilde kullanıldıysa ikisi de birbirinden farklı anlamlarda olan aslında iki ayrı kavramdır ve ikisi de doğrudur. çünkü yine temelde anlamları bambaşkadır, aynı değildir.

    hem farklı hem de derinlere inince aynı yere dayanabilme özelliğine de sahip olan belki de istisnai kelimelerden olduğu için de böyle bir kelimeyi allah bildiği gibi yapsın. bu nedir arkadaş ?

    eğrisiyle doğrusuyla benden bu kadar daha fazlasını dil bilimcilere bırakıyorum.

    ekleme:

    örnek bir doğru kullanım için:

    (#111044719) *

  • az once gokhan zan in programdaki haykirislarindan sonra, koordinasyon sorununun halledildigini soyleyen kisidir. aradan 10 dakika bile gecmemistir. tiksiniyorum. senin gibi aydini olan ulkeden ne beklenir ki.
    seni celal sengor ve fatih altayli cig cig yesin insallah bugun arsiz adam