22681 entry daha
  • yapsan bir dert yapmazsan bir dert dedirten eylem. isin kisa ozeti su: turkiyede kalanlar fakirlikten, siktir olup gidenler yalnizliktan deliriyor. denklemin iki tarafinda da uzun seneler bulunmus biri olarak her iki tarafa da sonuna kadar hak veriyorum. gidene de, kalana da, gidip geri donene de, donup geri gidene de saygim sonsuz.
  • birinde birkaç ay, diğerinde 1 yılı aşkın süre olmak üzere 2 farklı avrupa ülkesinde yaşamış ama dönmeyi tercih etmiş, ayrıca akrabalarının önemli bir kısmı yurt dışında yaşayan bir ademoğlu olarak, yurt dışında yaşamak yahut sözlük'te daha popüler olan ifadeyi kullanmak gerekirse türkiye'den siktir olup gitmek mevzusu açıldığında sıklıkla "neden kalmadın?", "neden gitmiyorsun", "akrabaların seni götürmüyorlar mı" gibi sorulara sayısız kez muhatap oldum. uzun bir süre bu tarz sorulara cevap verirken yurt dışında yaşamanın çok ciddi bir karar olduğunu, meselenin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik, sosyolojik, kültürel boyutlar taşıdığını, bu boyutları da dikkate alarak etraflıca düşünüldükten, hatta mümkünse gidilecek ülkede 6 ay ila 1 sene yaşayıp ondan sonra verilmesi gereken ve kişiye göre değişen subjektif bir karar olduğunu anlatmaya çalıştım. heyhat, teferruatlı açıklamaları dinleyemeyecek kadar vakti değerlidir yurdum insanının. hemen her seferinde, özellikle de kapıkule'yi hiç geçmemiş kesimin, daha ikinci, üçüncü cümlede sözümü keserek daha önce yüzlerce kez duyduğum kalıplaşmış bir ezberi kendi özgün fikriymiş ve tek doğruymuşcasına papağan gibi tekrarlaması karşısında öylesine bezdim ki epeydir "yav he he" modunda dinlermiş gibi yapmaktan yahut nasreddin hoca misali "sen de haklısın" demekten öteye gitmiyordum.

    derken, şu sıralar zevkle okuduğum bir kitapta yurt dışında eğitim ve yurt dışında yaşamak konularındaki duygu, deneyim ve gözlemlerimin öyle sarih ve çarpıcı bir biçimde ifade edildiğini gördüm ki okurken "işte budur!" demekten kendimi alamadım. bir yandan da okuduklarımı paylaşmaya yönelik bastırılamaz bir istek uyandı içimde. bu isteğin gazıyla, üşengeçliğimi de yenerek, aşağıda paylaştığım uzun alıntı, rahmetli bilge insan doğan cüceloğlu'nun gazeteci deniz bayramoğlu'nun sorularına yanıt verdiği söyleşi kitabı var mısın'dan nakledilmiştir:

    db: deniz bayramoğlu
    dc: doğan cüceloğlu

    db: son yıllarda sık duyduğumuz bir seçimden konuşmak istiyorum şimdi. okul veya iş için yurtdışına gitmeyi tercih eden çok insan var. okuldan başlayalım. ülkemizde hem öğrenciler hem de ebeveynler açısından önemli bir başlık "yurtdışında eğitim". özellikle de lisans seviyesinde. hem kültürel hem de akademik açıdan baktığımızda üniversiteyi dışarıda okumak iyi bir karar mıdır?

    dc: lisansı türkiye'de okuyup yüksek lisansı yurtdışında yapmanın daha gerçekçi ve akıllıca bir yol olduğunu düşünüyorum.

    "ben" bilincindeki bir insanın kendi içindeki "biz”i ve onun getirdiği sorumlulukları keşfetmeden anlamlı, doyumlu ve coşkulu bir hayat yaşaması mümkün değil. eğer bir genç liseden sonra amerika'ya giderse türkiye'deki ergenliği, mücadelesi, acısı, aşkı, müziklerle boğuşması, arkadaşlarla hergelelikler yapması, şakalaşması eksik kalacak. o zaman, o içindeki "biz"i keşfetme konusunda bir aksaklık olacak, süreç tamamlanamayacak. o nedenle diyorum ki, lisansını türkiye'de yap, uzmanlığını yurtdışında. bir süre yurtdışında kal, yüksek ihtisasını yap. sonra ülkene dön; mücadeleni üniversitede, bürokraside, iş hayatında bilinçli olarak yap. türkiye'deki mücadeleni eğer "biz" bilinci içinde verirsen, yaptığın zor ama anlamlı olacaktır. bir öncü olacaksın ve hayır duası alacaksın. kısacası üniversiteyi türkiye'de oku, ihtisasını yurtdışında yapıp uzmanlaş, türkiye'ye dön, zorlukları bil, kabul et ve sorun çözücü ol.

    biliyorsunuz, yirmi beş yıl amerikada doktora öğrencisi ve öğretim üyesi olarak bulundum. ilk eşim, üç çocuğumun annesi amerikalıydı; çocuklarım orada okudu. özetle o toplumun organik bir parçası oldum, kültürü içeriden görme imkânım oldu. latin amerika'dan çin'e, japonya'dan avrupa'ya dünyanın her tarafından arkadaşlarım oldu.

    bugün gençlerin karşısına çıkıp bu konuda sohbet edecek olsam onlara derim ki, "yaşamı aşama aşama yaşayacaksınız ama mutlaka bir bütün olarak düşünün. gün gelip de bu hayata veda etme zamanı geldiğinde, 'yaşamımda kendim olarak var mıydım, gönlümce yaşadım mı?' sorusuna nasıl yanıt verdiğiniz önemli."

    kişinin yaşamında kendisi olarak var olması, üzerinde durulmayan ama güçlü bir kavram; duyguların, aklın, ilişkilerin, inanç ve değerlerinle sen kendi seçimlerinle mi yaşadın? ne demiştik; insanın aklı bilmese bile içi his olarak yaşamında kendi olup olmadığını bilir.

    üstelik bu sadece kendine bağlı değil, kimlerle ilişki içinde olduğuna da bağlı. ben aşık veysel'i dinlerken kendimi yaşamımda kendim olarak var hissediyorum. ama beethoven'ın 9. senfoni'sini dinlerken de kendimi var hissediyorum. içinde yaşadığım toplumda birinden biri eksik olursa benden de, benim kendim olmamdan da bir şeyler eksiliyor. yurtdışında çalışırken bunu deneyimledim; amerikalı eşimle evli olduğum süre içinde de evimde bunu yaşadım. çocuklarımla 9. senfoni'yi dinleyebiliyordum ama aşık veysel'i onlarla dinleyememek içimi çok ama çok yaktı. halbuki gençlikte bunun önemli olacağını hiç düşünmezdim. herkes bunu umursamak zorunda değil, ben de “umursasın” demiyorum. ama beni ben yapan duygularım, aklım, ilişkilerim, inanç ve değerlerim konusunda bilinçli olmam gerekiyor.

    şimdi amerikan vatandaşıyım, istersem orada kalabilirim. orada geçimimi temin edecek kadar gelirim de var, profesör olarak emekli oldum. ama kendi tercihimle buradayım. tercihim benim namıma göre doğru... herkesin benim gibi tercih yapmasını önermiyorum.

    burada bireyselliğini yaşamak zor; batı dünyasında, kuzey avrupa ve amerika'da daha kolay... gençler için bu çok cazip ve heyecan verici... türkiye'de annesinin babasının çocuğu olmaktan bıkmış biri avrupa ya da amerikan kentinde özgür bir birey, özgür bir üniversite öğrencisi olarak yaşamak ister. bu yeni ortamın getirdiği zorluklarla baş edebilmenin ayrı bir heyecanı ve tatmini vardır. yaşamı kendi gücünle karşılayıp ayakta kalabildiğini görmenin verdiği hazzı tatmak her gencin hakkı ve ihtiyacıdır. farklı insanlarla tanışmanın, konuşmanın, farklı sokaklarda değişik müzikler dinlemenin bir macera duygusu var. o nedenle yurtdışına gitmek isteyen gençleri anlayışla karşılıyorum.

    ama konuya girerken söylediğim şeyi yeniden söylemek istiyorum; "yaşamı aşama aşama yaşayacaksınız ama mutlaka bir bütün olarak düşünün. gün gelip de bu hayata veda etme zamanı geldiğinde, 'yaşamımda kendim olarak var mıydım, gönlümce yaşadım mı?" sorusuna iyi bir yanıt verebilmeniz lazım." bir de şunu hatırlayın; kişinin yaşamında kendisi olarak var olabilmesi sadece kendine bağlı değil; kimlerle ilişki içinde olduğuna, ekibine de bağlı.

    gelelim bana, şükürler olsun ki buradayım ve bugün bilgimi, deneyimimi paylaşım amaçlı yazabiliyorum, konuşabiliyorum. bu benim için önemli... bazen nefis muhasebesine girip kendime soruyorum. ben şu anda çocuklarımdan ayrıyım, torunlarımdan da. onlar amerika'da yaşıyorlar. "değer mi?" diye kendime sorduğumda, "evet, değer!" diyorum. çünkü şu anki bakışıma göre amerika'da üç torunum varsa türkiye'de üç yüz bin torunum var.

    db: peki eğitim haricinde, yurtdışına bir yaşam kurmak için gitmeyi düşünenler üzerine konuşalım. sohbet etseydiniz onlara ne derdiniz?

    dc: bugün geldiğim noktada, yani insanın yaşamında üzerinde ısrarla durulması gereken, kaybetmemeye özen göstereceği neler olmalı dediğimde şunları görüyorum. az önce de bahsettik: kişinin yaşamında anlam ve coşku var mı ve kendini güçlü hissediyor mu?

    insan doğası içerisinde yaşamın anlamlı olmasının belirli koşulları var, tesadüfen olmuyor. bu koşulların neler olduğunun bilincine varmamız lazım. insan o coşkuyu yakalayamazsa suni şeylerle o boşluğu doldurmaya çalışıyor. peki ya yaşamda güçlü olmak? ne zaman insan kendisini güçlü hisseder? bunun için önce kendini keşfedeceksin. sosyal kimliğin içerisinde yaşamın anlamını bulamazsın. yaşama anlam veren şey senin sosyal kimliğin değil, özün. yunus emre'nin "bir ben vardır benden içeri" dediği bu olay... işte orada anlamını bulacaksın.

    sahip olduğun şeyler ne olursa olsun; erich fromm'un sahip olmak ya da olmak kitabında söylediği gibi, hayat sadece "olan" insanda anlamını bulur. coşku bir şekilde beyin salgılarına bağlı... sen kendine hayatta erişecek bir hedef koyduğunda eğer bu hedef "biz" bilincinin bir parçası ise, gönlünle ve temel değerlerinle uyum içindeyse, o yönde ufacık da olsa bir ilerleme gösterdiğin zaman beyin dopamin salgılıyor. mutlu oluyorsun. onun için de bir ekibin parçası olmak lazım. kendini güçlü hissetmek de kesinlikle temel değerleri paylaştığın ekibin içerisinde mümkün... çünkü sürdürülebilir bir güç ancak ve ancak "biz"in içinde olabilir. tek başına sürdürülebilir değildir.

    biri yurtdışına gidip orada yaşamaya karar verirken bunların farkında olmalı diye düşünüyorum. sadece belirli bir çerçeve içerisinde düşünüp karar vermemeli. yeniden tüm varoluşunu düşüneceksin; maddi olanaklar elbet önemli, peki gönül yerini bulmuş olacak mı, ilişkiler doyurucu olacak mı, manevi yalnızlığa düşmeyecek misin? yani refah seviyesi, bedenin sağlığı, kaldırımların kullanışlı olması, çocuk parklarının güzel olması gibi sadece belli konulara önem vererek yurtdışına gitmeye karar veriliyorsa, bence uzun vadede ciddi belirsizliklere ve maceraya atılmaktır bu.

    orada yaşamaya devam etmek de ayrı bir sorun... gittiğin toplum içerisinde başarılı olabilmek için onlara tamamen uyum sağlayacak ve anlam verme sistemlerini kabul edecek bir değişikliğe uğraman lazım ki, o da kendi özünden tümüyle vazgeçmeden pek mümkün değilmiş gibi görünüyor. benim hayatımı anlatan, canan dila'nın yazdığı damdan düşen psikolog kitabında bunun birçok örneği var.

    db: yüzde yüz asimile olman gerekiyor.

    dc: evet, kendinden tamamıyla kopmuş bambaşka bir insan olmalısın. yani kendi özünden kopmuş, bir anlamda kendini öldürmüş oluyorsun. sezen aksu'nun farkındayım adlı şarkısında şöyle dizeler var:

    "ne gemiler yaktım
    o kadar yandı ki canım
    sonunda karşıdan baktım
    ne göreyim
    kendime yıldızlardan daha uzaktım"

    hissi biraz şuna benzer; içindeki yalnızlık duygusu senin en yakın dostun olacak ve sen villalar, parklar, güzel kaldırımlar, palmiyelerin arasında tek başına yürüyeceksin. biraz buruk, özünden uzak bir hayatın olacak. gittiğin yerde kendi ruhunu ve can ekibini bulamazsan, durum bu.
45 entry daha
hesabın var mı? giriş yap